Eraslan Sağlam: Bu akşam Açık Dergi'de konuğumız Prof. Dr. Sevda Alankuş. Hoşgeldiniz.
Sevda Alankuş: Merhabalar, hoşbulduk.
ES: Sizinle Bağımsız İletişim Ağı (Bianet)'den tarafından yürütülen projeyi ve IPS İletişim Vakfı Yayınları tarafından yayımlanan Gazeteciliğe Başlarken: Okuldan Haber Odasına adlı kitabı konuşmak için biraradayız. Siz Bianet eğitim danışmanısınız, aynı zamanda İzmir Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanısınız. Şu anda bu projeyle ilgili olarak İstanbul'dasınız. Sizinle bu projeyi konuşacağız, ama ondan önce size özellikle sormak istediğim gazetecilikle ilgili sorular var merak ettiğim. Bir gözleminizle başlamak istiyorum, Bâb-ı Âli'den İkitelli'ye taşınınca neler değişti?
SA: Çok şey değişti. Medyanın ekonomi politiği değişti ya da başka türlü söylersem, sektörel yapısı ciddi biçimde değişikliğe uğradı. Ben aslında, "Bâb-ı Âli günleri altın günlerdi, sonra herşey çok kötü oldu, bozuldu" diye düşünenlerden değilim. Yani Bâb-ı Âli günleri de çok sorunlu günlerdi, o zaman da gazetecilik de çok sorunluydu, ama galiba hiç bu kadar kötü olmadı. Bu önemli. Bu soruya belki çok uzun cevap verilebilir, ama kitabımızda vurguladığımız gibi, şöyle söyleyebilirim; gazeteci sokaktan koptu, yani sokaktaki insana karşı sorumluluğundan koptu plazalara geçtikten sonra. Bunu çok iyi anlatan bir yazı var kitabımızda. Umur Talu diyor ki "Gazeteci, canı acıyanların sesine duyarsızlaştı, onların kanalı olmaktan çıktı. Eğer bir parça öyle idiyse bile artık değil." Sanırım bu anlatır bugünkü halini.
ES: Tümüyle izole edilmiş, hapsedilmiş bir noktada, daha doğrusu bu koşullar altında çalışıyor İkitelli'ye taşındıktan sonra gazeteciler. Biz gelelim Bianet'e ve Bianet'in oluşum sürecine. Aslında Açık Radyo dinleyicileri pek de yabancı değil, ama bir de sizin özetlemenizi rica ediyorum.
SA: Bia'nın 97'ye kadar giden bir tarihi var, bu anlamda çok da övüneceğimiz bir yaşa sahibiz aslına bakarsanız. Çünkü böyle projeler çok kısa süreli oluyor Türkiye'de. 97'de bir sivil toplum projesi ve bir yerel medya insiyatifi olarak ortaya çıktı. IPS Vakfı içerisindeydi, Türk Tabipler Odası, Mimar Mühendisler Odası içindeydi ve yerel medya oluşumu olarak ortaya çıktı. Bütün bu süreç içinde 3 aşamadan geçti; onun için şimdi bulunduğumuz döneme "BİA 3" diyoruz, bu aon "Okuldan Haber Odasına" projesiyle birlikte. Bütün bu süreç içerisinde Bia bir sürü projeyi eşzamanlı olarak götürdü, yerel medyaya yönelik eğitim çalışmaları verdi, ama kendisi aslında bir alternatif haber sitesi aynı zamanda.
ES: Açık Radyo'nun da sıkça başvurduğu haber sitesi.
SA: Evet buna çok seviniyoruz, böyle de olması gerekiyor zaten. Neredeyse çok uzun süredir tek örnekti, böyle de devam ediyor. Hak odaklı haberciliğin adresi olarak görüyoruz biz BİA'yı. Ama sadece bundan ibaret değil BİA, sizin dinleyicilerinizin de epeyce aşina olduğu gibi BİA başka eğitim çalışmaları veriyor, danışmanlık yapıyor, programlar üretiyordu, uzunca bir süre programlar üretti yerel radyolar için. Böyle bir proje.
ES: Yapmış olduğunuz eğitim çalışmasının büyük bir bölümünü hak odaklı habercilik –demin sizin de söz ettiğiniz gibi- teşkil ediyor. Bunu nasıl tanımlarsınız?
SA: "Hak haberciliği" lafı bizi tatmin etmedi, onun için "hak odaklı habercilik" dedik. Hak haberciliği derken aklınıza ilk gelen şey hak ihlallerini haber yapan bir habercilik, ama yine eksik bırakılan bir şey var, hak kullanımlarını da haber yapmak çünkü bu genel olarak medyanın yapmadığı, gözden kaçırdığı bir şey. Bunun dışında yaygın medyada var olan önemli bir sorun da şu; hak ihlali yapan, sıradan insanın hayatını yaparken ya da bir hak ihlalinin haberini yaparken hak ihlali yapan bir yaygın medya habercilik anlayışıyla karşı karşıyayız. O zaman bizim üçüncü hedefimiz de bu, yani haber yaparken hak ihlali yapmayan bir yayıncılık, bu haber neye ilişkin olursa olsun. Dördüncüsü ise hak ihlallerinin bütün haberlerini hak odaklı kılan bir habercilik; asıl farkımız bu. "Hak haberciliği" lafını niçin yeterli bulmadık, niçin bizi tatmin etmedi? Bizim en önemli ayrıcalığımız burada sanıyorum, çünkü bu kavramı, "hak odaklı habercilik" kavramını biraz da literatüre biz hediye ettik. Bütün haberlerin, kadın odaklı, insan hakları odaklı, çocuk odaklı kılındığı bir habercilik anlayışından söz ediyoruz. Gerekirse bunun ne demek olduğunu örneklerim.
ES: Bu anlamda bizim bir haber kaynağımız olarak Bianet'in yaptığı haberlerde, hak odaklı habercilik nasıl bir yerde duruyor, bunu örneklemeniz mümkün mü?
SA: Hak odaklı habercilik yapıyor tabii BİA. Web sayfamızda göreceğiniz gibi, bütün haberleri mutlaka kadın açısından, kadın bakışı açısından, -diyelim ki eğer ekonomik kriz söz konusuysa bundan en çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olacağı varsayımıyla- bütün haberlerimizi böyle bir perspektiften vermeye çalışıyoruz. Yaygın medyanın gözden kaçırdıkları, görmezden geldikleri içerisinde kadınlar ve çocuklar önemli bir yer tutuyor. Yoksullar ve azınlıklar da öyle, ama projenin asıl odağında kadın ve çocuklar var. Haberlere canı acıyanların, canı acıtılanların perspektifinden bakan, haberlerini buradan çerçeveleyen bir habercilik anlayışıyla hareket ediyor.
ES: Açık Radyo açısından baktığımızda, siz de biliyorsunuz ki küresel iklim krizi Açık Radyo'nun temel meselesi, haberlerinin de temel meselesi, aciliyeti itibariyle temel meselelerinden biri, hatta en temel meselesi diyebiliriz, ama küresel iklim kriziyle ilgili bir haber yaptığımızda, öncelikli olarak çocukların bundan nasıl etkileneceğini sıkça vurguluyoruz.
SA: Tam da öyle, tam söylediğiniz gibi bir şeyden söz ediyoruz.
ES: Genel olarak yaygın medyaya baktığımızda hak ihlallerinin normalleştirilmesine yönelik bir eğilim görüyoruz maalesef. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
SA: Bu konuda o kadar çok şey söylenebilir ki... Yaygın medyanın sabıkası çok fazla, hakikaten bunun için Açık Radyo'ya ihtiyaç var, bunun için Bianet'e ihtiyaç var. Gündelik hayata ilişkin haberler içerisinde dahi öyle hak ihlalleri yapılıyor ki bu konuda ne desek yaygın medyaya az olacak. Çok basitçe kadına yönelik şiddetten örnek vereyim, şöyle bir haber başlığını dün tartışıyorduk; "Yemeği yaktı, dayak yedi." Bu habere baktığınız zaman tekerleme gibi, bir kere şiddet karikatürleştiriliyor, buradan yola çıkarak normalleştiriliyor, şiddeti kullanan özne yok ediliyor. Burada çok açıkça bir erkek şiddeti olduğunu, özneyi görmüyorsunuz, öte yandan dayak çok meşru bir hale geliyor nereden bakarsanız bakın. Şu anda uydurduğum bir başlık gibi dursa bile emin olun buna çok benzeyen onlarca haber başlığı çıkartabilirim, haberin içeriği de aynı şekilde. Dolayısıyla sebep-sonuç ilişkisini kopartan, kadınların uğramış olduğu şiddeti normalleştiren, çok olağanlaştıran, hatta meşrulaştıran bir dille karşılaşıyorsunuz. Mesela sürekli bu şiddet haberlerinde kadını çok çaresiz, biçare gösteriyor, olumlu bir rol modeliyle bir kadını karşımıza çıkarmadığınız zaman onu çıkışsızmış gibi tarif etmiş oluyorsunuz, bu da bir çeşit hak ihlali. Kadın iletişim hakkından yoksun bırakılıyor böyle bir temsille sürekli olarak karşımıza çıkarıldığı zaman. Yani dayaktan kurtulmuş, ayakları üzerinde durmayı başaran bir kadın modeliyle yaygın medya bizi asla karşılaştırmıyor, ama gördüğünüz 40 yerinden bıçaklanan, tecavüze uğrayan kadın gereksiz bu tür ayrıntılarla veriliyor. Yemeği yaktığı için kocasından dayak yiyen kadının haberi bizatihi bir hak ihlali yapan bir habercilik. Bunun için yapılması gereken çok şey var gerçekten.
ES: Peki büyük resme dönüp bakacak olursak şunu nasıl gözlemliyorsunuz; büyük medya patronlarıyla gazeteciler arasındaki ilişkilerde hak ihlallerinin normalleştirme sürecini nasıl okuyabiliriz acaba?
SA: Bu çok çeşitli boyutlarla cevap vermek gereken bir soru. Ben şunu düşünüyorum; medyanın sektör yapısı neyi haber yapacağınız neyi haber yapamayacağınız konusunda gazeteci için sınırları belirliyor, ama editörün tavrı da öte yandan bir başka sınır. Yani patronunuz, öte yandan editörün bu konudaki tutumu; ama bana en tehlikeli gibi gelen açıkçası, -çünkü sonuçta bir medyaya gittiğiniz zaman patronunu da biliyorsunuz, editörün de politikasını biliyorsunuz- sizin kendinize gazeteci olarak oluşturmuş olduğunuz sınır hak ihlali yaparken. "Aman ben bu haberi yapmayayım, editörümden geri döner" dediğiniz anda ortaya çıkan, ya da "okuyucu sansasyon seviyor, bu haberi böyle yapayım" dediğiniz an ortaya çıkan sorun.
Başka bir şey de, hiç üzerine düşünmediğiniz zaman, mesleğinizin hakkında hiçbir eleştirel bakışa sahip olmadığınız, kendi yaptığınız işe hiç eleştirel bakmadan haber yaptığınız zaman, çok sıradan gündelik dil kullanımı içerisinde, haberciliğin o klişelerini hiç düşünmeden kullandığınızda yaptığınız hak ihlalleri var. Çok katmanlı dolayısıyla.
Yaygın medyada da hak haberciliği yapılabilir ve hemen yarın yapılabilir, bu çok da büyük bir dönüşüm gerektirmeyen bir şey. Bu nasıl olur? Mesela kullandığınız sözcüklerin seçiminden başlayarak artık hak ihlali yapmaktan uzaklaşabilirsiniz, ondan sonra editörünüz karşısında tutumunuz, ondan sonra patronunuz karşısında tutumunuzla devam edersiniz. Bu çok katmanlı bir şey.
ES: Tam da buradan yola çıkarak tartışılan, zaman zaman da klişeye düşülerek tartışılan bir kavram, hatta kavramlar silsilesi var; "yanlı haber", "yansız haber", "taraflı haber", "tarafsız haber". Bunlarla ilgili neler düşünüyorsunuz bir akademisyen olarak.
SA: Biz yıllarca iletişim fakültelerinde, haberin yansız, tarafsız olması gerektiğini savunduk. Bu bir mit haline geldi, böyle bir mit var: gazeteci tarafsız olmalı. Aslında şunu biliyoruz ki gazeteci hiçbir zaman tarafsız olmadı, olması da mümkün değil, o da herkes gibi. Haberin tarafsızlığından ziyade dengeliliğinden, adil oluşundan söz edilebilir.
ES: Hak odaklı habercilikle ilişkisi açısından sordum.
SA: Ben hak odaklı haberciliğin taraflı habercilik olduğunu söyleyebilirim, ama kimden yana taraflı? Hak ihlaline uğrayanlardan yana taraflı bir habercilik olduğunu söyleyebilirim. Bu anlamda taraflılığı savunmakta beis yok, tam tersine olması gereken bu.
ES: Çok güzel özetlediniz, teşekkür ederim. Hak odaklı habercilik hangi kaynaklardan beslenebilir?
SA: Öncelikle hak örgütleriyle gazetecilerin ilişki içinde olması çok önemli oluyor tabii. Burada karşılıklı bir ilişki, örgütlerin medyayla olan ilişkileri çok önemli. Çok önemli şeyler yapıyorlar, ama yaygın medyada çoğunlukla hiçbir zaman,ya da yılda bir iki kere haber olabiliyorlar en fazla, yani hak örgütü kaynaklı haber çok az yapılıyor. Bu yüzden özellikle genç gazetecilerin, bu konuda yola çıkacaklarsa bunu çok iyi bilmeleri gerekiyor. Hem uluslararası hak örgütlerinin, hem de Türkiye'deki hak örgütlerinin farkında olmaları gerekiyor, kendi haklarının farkında olmaları gerekiyor, kendi sendikalarının, örgütlerinin ne kadar önemli olduğunun farkında olmaları gerekiyor. Bir de tabii hak odaklı habercilikte, yaklaşırken çok dikkatli olmanız koşuluyla, sıradan insanın, sokaktaki insanın ya da canı acıyan insanın -ki en çok o hak ihlaline uğrayan insan oluyor- haber kaynağı yapılması gerekiyor. Burada bir mesafe sorunu var, çok önemli, o sorunu da hak örgütleri ortadan kaldırabilir. Çünkü her "canım acıdı" diyen karşınıza çıktığı anda siz onun tarafından haber yaparsanız, haberciliğin başka ilkeleri var, onları unutursanız, başka sorunlar çıkar.
ES: Elbette, haberi yapmadan önce, her boyutuyla irdeleyip, araştırıp, özellikle de farklı kaynaklardan doğrulamayı yaparak o haberi yapmak gerekiyor gazetecilik alanında. Tekrar BİA kitaplarına dönecek olursak, Habercinin El Kitabı artık pek çoğumuzun başvuru kaynaklarından biri haline geldi, bunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Bu diziyle ilgili neler söylemek istersiniz?
SA: BİA 97'de yola çıktı, 2000'de eğitim çalışmalarımıza başladık. İlk hedefimiz yerel medya çalışanlarıydı. Bu süreçte iki dizi kitabımız çıktı, birincisi Habercinin El Kitabı idi, 5 kitaptan oluşuyordu. Sonra Hak Odaklı Habercilik Kitapları dizimiz çıktı, orada da 3 tane kitabımız var. En son BİA projesi, 3. evresinde artık iletişim fakültesi mezunlarına odaklanıyor, onlara eğitim veriyor; Okuldan Haber Odasına başlığını onun için verdik. 4 yılın sonunda İleşitim Fakültesi'nden mezun olanlar büyük ihtimalle yaygın medyada çalışacaklar, kendilerine büyük bir özgüvenle ve hak odaklı habercilik yapmanın o kadar da zor olmadığını bilerek, öğrenerek yola çıksınlar diye düzenledik bu eğitim çalışmasını. Onun da 3. yılındayız. Son iki yılda yaptığımız eğitimleri kitaplaştırdık, daha önceki çalışmalarımızın kitapları gibi. Sanıyorum bu 13. ya da 14. kitabımız oldu dolayısıyla IPS Vakfı Kitapları'ndan çıkan. Adını da Yeni Habercinin El Kitabı koyduk, çünkü Habercinin El Kitabı ilk dizimizdi ve 5 kitaplık bir diziydi. Bu tek kitap olarak kalacak, ama epey hacimli bir kitap.
ES: Herhalde başlangıçta iletişim fakülteleriyle ilişki kurmada bir takım sıkıntılar yaşadınız, ama şu anda büyük oranda bu sıkıntıları çözdünüz galiba.
SA: Doğru, aslında yaygın medya nasıl bize mesafeliydi, "Bunlar bizim hakkımızda neler söylüyor, bizi eleştiriyorlar" diye. Tabii bizim iletişim fakültelerinde verilen eğitime de yönelik eleştirilerimiz var, ama öte yandan bunu zaman içerisinde aşmayı başardık. Bir kere yaptığımız bu eğitimlerin hocaları, eğitmenlerinin önemli bir kısmı, iletişim fakültelerinden geliyor ve genellikle orta kuşak daha eleştirel, medya eleştirisine daha yakın. Dolayısıyla ilişkimiz artık çok iyi oldu, o kadar iyi oldu ki, BİA olarak bir takım haber kavramlarını ilk kez biz ortaya attık, bunu övünerek söyleyebilirim. Mesela 'yurttaş gazeteciliği" kavramını, "barış gazeteciliği" kavramını, "hak odaklı habercilik" kavramını ilk biz tartıştık. Şimdi iletişim fakültelerinde bu konularda, başlığı bu olan dersler var; bu bizim için müthiş sevindirici bir şey ve bu dersleri ilk defa BİA eğitimlerinde ders veren hocalarımız, akademisyen arkadaşlar taşıdılar. Dolayısıyla BİA'nın bu kopukluğu gidermek anlamında kendisinin de ummadığı bir açılımı oldu aslına bakarsanız. Bu anlamda çok mutluyuz.
ES: Açıkçası, hak odaklı gazeteciliği bu kadar mesele edinmiş bir kişi olarak, İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin dekanlığını sürdürüyor olmanız da hakikaten umut verici. Şunu da merak ediyorum, BİA Kitaplığı sayesinde habercilik alanında artık telif çalışmalarla karşılaşabiliyoruz. Bunun önemi nedir?
SA: Bu çok önemli, iletişim alanı göreli olarak yeni bir alan ve hep çeviri kitaplar üzerinden eğitim veriyoruz. Hele bu İngilizce eğitim vermeye çalışan iletişim fakülteleri için daha da çok sorun oluyor, telif kitabımız hiç yok. Başlangıçta biz yerel medya çalışanlarını hedefliyorduk bu kitaplarla aslında, sonra bir baktık iletişim fakültelerinde kaynak haline gelmiş bir çok derste. Tabii buna çok seviniyoruz. Mesela ilk dizimizin ikinci baskısını yaptık, bunların da herhalde ikinci baskılarını yaparız. Üstelik de bunlar tabii bizim mantığımıza uygun bir şekilde ufak paralarla edinilebilen kitaplar, ama öte yandan sayfamızdan indirilebilen, erişilebilen de kitaplar. Referans kitabı haline geldiler.
ES: